27 Eylül 2016 Salı

İSTANBUL COMICS & ART FESTIVAL VS. KADIKÖY PLAK GÜNLERİ


Sonbaharın gelmesiyle birlikte şehrin yeniden canlanması an meselesi olunca soğuk havadan haz etmeyen benim gibi insanların bile içine bir kıpırtı düşüyor. Herkesin malumu olduğu sebeplerden ötürü yaz dönemi özellikle müzik festivalleri açısından pek verimli geçmemişti. O yüzden yeme-içme konseptli festivaller şu sıralar pek revaçta. Yine de bunlar arasından sıyrılmayı başaran ayrıksı bir çalışma var ki hepimizin üzerinden ölü toprağının atılmasını bir nebze olsun sağladı. 23-24-25 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilen İstanbul Comics & Art Festival, çizgi roman sevdalılarını, graffiti severleri bir çatı altında toplayarak Eylül’e veda etmemizi kolaylaştırdı.
Toplamda Sergi, Animasyon, Graffiti, Workshop gibi bölümlerden oluşan organizasyon, çizgi roman dükkanlarını, mizah dergilerini, bağımsız yazarları, kreatif oluşumlarını ve yayınevlerini bir araya getirerek oldukça interaktif bir platformu biz katılımcılarına sundu.
Festivalin son gününe teşrif etmiş biri olarak ilk iki günü sadece sosyal mecralardan takip edebilme şansım oldu. Pazar günü olmasına karşın oldukça yoğun bir katılım vardı. Buna rağmen kimsenin birbirini ezmeden stant stant rahatça gezebilme şansının olması benim gibi eserikli insanlar için büyük bir nimetti açıkçası. Bunu fırsat bilip hemen stantların arasında kayboldum. Guillaume Apollinaire’e olan aşkım dolayısıyla tipografiye hep ilgi duymuşumdur. O yüzden Typo Bak tarafından ücretsiz nüshaları da tedarik edilen çizimleri ayrı bir yere koymak istiyorum. Çalışmalarını incelerken baya keyif aldığımı söylemeliyim.

Dijital olanaklardan yararlanmaktansa tamamen eski usul analog basım anlayışını hala ayakta tutan bir fanzin olan Heyt Be!’nin verdiği emek gerçekten takdir-e şayan. Kendileri çok içten ve ürettikleri işleri tanıtma konusunda oldukça davetkarlar. Hatta zaman zaman müzik dinleme etkinlikleri yaptıklarını belirterek talep etmeniz halinde sizi mail listesine hemen oracıkta ekliyorlardı. İşlerini buradan takip edebilirsiniz: http://heytbefanzin.com/

Müth(ü)ş eserim :p
Workshop’lar festivalin yaratıcılık açısından en can alıcı kısmıydı herhalde. Hatta bazı çizimlere baktığınızda "Ben ne kadar yeteneksizim yahu" diye düşüncelere gark edebiliyordunuz. Elimde pembe renkli bir marker kalemle bir şeyler çizmeye çalışırken aynı tepkiyi yanımdaki arkadaşlardan da duyunca bir rahatlama olmadı değil hani :) Aktif bir katılımdan ziyade daha çok turlama şeklinde bir deneyim oldu benim için. Pek pişman olduğumu söyleyemeyeceğim :)

Festivalin Pazar gününe en yakışır konsepti benim için kesinlikle havuza karşı yayılmacalı animasyon izleme keyfiydi. Hatta festivale gitmeden önce bile bu anı hayal ediyordum ne yalan söyleyeyim :) Festivale öğleden sonra gittiğim için yakalayabildiğim animasyonlar Scream, A Coat Made Dark ve Sezen Aksu/Kalaşnikof oldu. Hepsini ciddi bir konsantrasyonla izlediğimi iddia edemesem de festivale minik bir dinlenme arası vermek adına ayaklarımın rahata kavuştuğunu rahatlıkla söyleyebilirim. O esnada sigaranın ne kadar zararlı olduğuna dair klişe bir konuşma gerçekleştirmiş olmamızın etkisi de olabilir bu. Bilemiyorum Altan. 

Festivalle eş zamanlı seminer programları da yapılıyordu ve benim bulunduğum saatlerde İlban Ertem’in Puslu Kıtalar Atlası Yaratım Süreci ve Edebiyat Uyarlamaları başlıklı semineri meraklılarıyla All Saints Kilisesi’nde buluştu. Ben biraz üşengeçlik edip gitmedim ama giden arkadaşlar muhakkak keyif almışlardır diye düşünüyorum.
Festival alanını yeterince hatmettiğime kanaat getirdikten sonra coğrafi avantajdan faydalanıp Kadıköy Plak Günleri’nde buldum kendimi bir anda. Ücretsiz olması dolayısıyla olabildiğince kalabalık bir kitle vardı. Zeki Müren’in 20. ölüm yıldönümü olması nedeniyle bir ara Zeki Müren şarkıları da duyduk. Kalplerimiz o eşsiz sesiyle birlikte hüzünlense de hep birlikte o duyguyu yakalamak çok naif bir andı. Batmayan Güneş belgeselini izlememle aynı güne denk gelmesi de ayrıca enteresan bir anı oldu benim için. Ağlamıyorum amca, gözüme toz kaçtı da...
Plakları karıştırırken Lionel Richie’den, Björk’e Metallica’dan Alice In Chains’e kadar bir sürü isim elime geçti sanırım. Hatta bir ara gözüme Break Dance Party plağı bile ilişti :) Her ne kadar plaklar arasında kaybolmak çok zevkli olsa da ayaklarımın beni faka bastırması artık bir mola vermem gerektiğini gösteriyordu. Sundaze #relaunch'a da gitmeye niyetlenmiştim ama Kadıköy-Galata arası mesafe gözümde çok büyüdü o anda. Artık bir dahaki sefere :) 












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder